Bilinmezlikle Temas
Ayrı Evlerde Online Buluşmalar etkinliğimiz kapsamında konuğumuz olan Prof.Dr.Hanna Nita Scherler ile gerçekleşen “Bilinmezlikle Temas” başlıklı güzel söyleşimiz aşağıda okunabilir:
Sizce hayatımızda herhangi bir belirginlik var mıdır?
Varoluşsal bakış açısına göre hayatımızda belirginlik yok. Belirsizlik aslında hayatımızın temelinde olan bir olgu. Ancak biz bunu nasıl anlamlandırıyorsak, öyle yaşıyoruz.
Koronadan önce ve koronadan sonra gibi bir durum yok aslında. Korona ile birlikte belirsilik olgusu idrakına vardık. Koronadan önce hayatımızda belirginlik yoktu. Varoluşçuların deyimiyle bir “atılmışlık” söz konusu. Doğumumuzla birlikte biz dünyaya fırlatılıyoruz, atılıyoruz. Konu: ama ben zaten doğmayı seçmemiştim değil, konu; mademki doğdum o zaman hayatımı nasıl anlamlandırabilirim? Ben hayatımı nasıl anlamlandırabiliyorsam öyle yapılandırılıyor. Diyeceksiniz ki bir bebek hayatı nasıl yapılandırabilir? Gelişimden değil yetişkin hayatımızdan bahsedeceğim. Bizler belirliliği seviyoruz. Öngörmeyi seviyoruz. Neler yaşayacağımızı tahmin etmeyi seviyoruz. Neden seviyoruz? Çünkü böyle büyütüldük. Sosyal yazılımımız bu şekilde oldu. Nasıl oldu? Plan yap, yarın ne yapacağını düşün, giyeceklerini yatmadan önce hazırla, dersini çalıştın mı? haftalık, aylık planın var mı? iş yerinde senelik plan yap. Planlamakta sorun var mı? Hiç yok, neden planlamayalım ki? Sorun, belirginlik aramamızda ya da plan yapmamızda değil, sorun biz plan yaptığımız zaman yaptığımız planın gerçekleşmeyebileceği ihtimalini çok çok zayıf belki de hiç düşünmememizde. Bu koronanın belirmesi, ertesi gün ne olacağını hiçbir zaman planlayamayacağımızın şekil 1A aynası oldu. Korana öncesinde de belirsizlik vardı, hiçbirimiz hayatımızı planladığımız şekilde aksatmadan yönetemiyoruz. İnsan olmak bununla alakalı değil, insan olmak şu an varım ama 1 an sonra olup olmayacağımdan emin değilim bu ikisini aynı anda barındırabilmektir yaşamak. Bu şekilde hayatı her an yaşamak tad kaçırıcı bir şey. Bu nedenle çoğumuz “yaşıyorum” kısmına ağırlıklı bakıyoruz, “her an ölebilirim” kısmını halı altı ediyoruz. Sosyalizasyon sürecimiz de bunu destekler konumda. Nasıl? Çevremiz, ailemiz, dostumuz ne der? Aman sağlıkta kal, iyi ol, çok yaşa, uzun yaşa deriz. Sanki makbul olan çok yaşamak, sağlıklı olmakmış gibi…veyahut sosyalizasyon sürecinde deriz ki aman tek başına olma, ait hisset, sevil, onaylan…seni seven, kapsayan, onaylayan, duyan insanlar olsun. Vah vah zavallı, yalnız deriz mesela.
Yine sosyalizasyon süreci bize ne diyor? Demek ki “ait olmak lazım”, yalnız kalmamak lazım. Ya da derler ki: Başarılı ol, yeterli ol, güçlü ol, kendine saygın olsun. Hiç kimse başarısız olmayı, kendini yetersiz hissetmeyi, güçsüz olmayı kolay kabul etmez. Veya yine çevremiz bize der ki amacım ve anlamın olsun hayatta. Amaç ve anlam kaybı depresyon demektir, ama bana sorarsanız bugün hiç kimse depresyonu ağız tadıyla yaşayamaz oldu, çünkü bir amaç ve anlam kaybı söz konusu olduğunda hemen aman bu konuda bir şeyler yapalım geçsin bu telaşına giriyoruz. Halbuki amaç ve anlam kaybını birazcık yaşamak, mevcut anlamı gözden geçirmek ve onu da kapsayıp aşan, gündelik ihtiyacına daha fazla cevap verebilecek, bir amaç ve anlam yaratmak için çok ta gereklidir aslında.
Şimdi koronaya bu açıdan bakarsak bizi sosyal yazılımımız açısından yerle bir etti, bir kere sağlığımızı her an tehdit etmekte, yani hastalanabilir ve hatta ölebilirsin demekte. Bizi her zaman alışık olduğumuz sosyal ortamımızdan çıkardı. Hepimiz başarımızı, yeterliliğimizi angaje olduğumuz çeşitli faaliyetler ile tanımlıyorduk, şak diye onları elimizden aldı. Maddi olarak ya da maddedeki kazançlarımızı azalttı. Soyut anlamda yeterlilik peşindeysek geçici olarak onu da elimizden aldı. Anlam ve amaç konusuna gelirsek, normal eğri içinde bir insansak, şimdiye kadar ki amaç ve anlamımız yerle bir oldu. Evet belirsizlik var, her açıdan. Ben kimim niye varım, insanlar niye var? Gerçekten önemli olan sağlık, birliktelik ve başarı mı? Amaç ve anlam mı? Bütün bunları sordurmaya başladı. Zorlanmamıza kaygı ile değil de kendimizi transforme etmek, büyütmek için bir fırsat olarak bakarsak bu işten daha karlı ve daha faydalanmış olarak çıkabiliriz.
Dinleyici sorusu: Her an ölebilirim düşüncesi bir paranoyaya yol açmaz mı?
Paranoya şu demektir: Orada dışarıda beni öldürmek isteyen ya da zarar vermek isteyen birileri veya bir şeyler var düşüncesinde insanın kendini konumlandırmasıdır.
Benim söylediğim ise bambaşka bir şey. Her an ölebilirim tamamen varoluşsal bir kaygı, ontolojik bir kaygı. Bunda kimsenin suçu yok. İnsan olmanın fıtratında her an ölebilirlik var. Bununla ya temas etmeyi seçebilirim ya da bunu düşünmenin faydası olmadığını, paranoyaya sebep olabileceğini vs bunların ardına sığınarak temsil ettiğim insan olma gerçeğini yadsıyabilirim. Bu yadsıma yolunu seçtiğim zaman –korona büyük bir tehdit- korona ve onun özelliklerini taşıyan, hayatımda karşılaşabileceğim birçok ufak tefek tehditlerle de temasta oldukça zorlanırım.
Dinleyici sorusu: Plan yapsak ta gerçekleşmeme ihtimalinin yüksek olduğunu fark ediyoruz covid sayesinde. Bu durumda hayata nasıl yaklaşacağız? Hangi kasımızı geliştireceğiz ki hayatta kalma ihtimalimizi arttırabilelim?
Bu gibi durumlarda kendimizi var etmek, yaşamımızı sürdürmek için ihtiyacımız olan tüm kaynaklar damarlarımızda akan kanda mevcuttur. Bundan dolayı hiç birimizin endişe etmesine gerek yok. Bu durumları yaşayıp kapsayabilmek için yeterli donanıma sahibiz. Bunu henüz idrak etmemiş olabiliriz bu da idrak etmemiz için çok güzel bir fırsat.
Tarif vermem gerekirse, malzemeleri söylüyorum: Niyet, hür irade kullanımı, seçim, cesaret, sorumluluk, sonucuna katlanım ve tek başınalık.
Bunları nasıl pişireceğiz? Niyetle başlamak lazım. Niyet, zihinsel ve biraz da duygusal bir karışım. Salt zihinsel bir faaliyet değil, sadece bir amaç belirlemek değil. Niyet ettiğimiz zaman kendimizi temas etmek istediğimiz noktaya gitmek üzere motive ederiz. Burada motivasyondan bir kulak memesi kıvamında biraz daha derin olan bir adanmışlık ta var. Niyet etmemiz lazım. Neye niyet etmem lazım? Niyet edilecek tek bir şey var, o da şu: hepimiz bir bütünün parçasıyız, bu bütüne isim vermek istediğimiz fark etmez, Allah, evren, kaynak, kelimeler önemli değil. Bir bütünün parçasıyız. Bütün, neye sahipse biz de onun parçaları olmak sıfatıyla o kaynağın bu bedendeki temsilleriyiz. Hiçbir şeyi bilmesek bile bütün hakkında şöyle bir durup doğayı seyredelim, dinleyelim, sabah oluyor akşam oluyor, mevsimler geçiyor, insanlar doğuyor, çocuk ergen yaşlı oluyor ölüyorlar. Hiçbir şey bilmesek bile hayatın bir döngüler silsilesi içersinde geçtiğini gözlemleyebiliyoruz. Tohum ekiyoruz, güneş çıkıyor, suluyoruz, çiçek-meyve-ağaç oluyor, o da ölüyor. Her şey kendi içersinde bir döngü şeklinde. O zaman bütünün temsiliysek hepimiz bizim hayatımızın da bizim seçimimizin dışında var oluşumuzu çerçeveleyen bir döngüsü var. Hiçbirimiz kanımızı dolandırmak için çaba sarf etmiyoruz, yemeği hazmetmek için çaba sarf etmiyoruz. Bu temsili olduğumuz bütünün bedendeki göstergesi olan mekanizmalar tarafından kendi kendine halloluyor. Niyete dönersek, o zaman benim adanarak niyet etmem gereken şey nedir? Parçası olduğum doğanın akışı ile uyumumu sürdürmek. Doğuştan itibaren yani fırlatılmışlığın andan itibaren, ben hem ait olduğum bütünün bir parçasıyım aynı zamanda bir beden bir insan olarak kendi içimde bir bütünüm. Bütün hikaye burada başlıyor. Bütünlüğümü daha büyük bir bütünün parçası olduğumu unutup kendi bütünlüğüme daldığım zaman arsız bir irade hakine geliyorum ve büyünle uyumumu unuyorum, dolayısı ile niyetim her zaman ait olduğum bütünle uyum ve ahenk içersinde yaşamak olmalı. Bunun günlük hayatımızda çok basit göstergeleri var, örneğin penceresiz, sadece air-condition ile çalışan akıllı binalarda sabah 8 akşam 8 çalışmak akıl karı değildir. Ait olduğumuz bütünle uyum içinde destekleyen bir varoluş tarzı değil. Uykumuz gelmişken yarınki işime sunum hazırlamak üzere kendimi zorlamak, kahve veya enerji içecekleri içmek akıl karı değil. Bilgisayar ekranına bakarak ne yediğimi dahi fark etmeden bakmak akıl karı değil, tüm gün hareketsiz oturmak akıl karı değil. Niyetim ait olduğum bütünle uyum içerisinde olmamı sağlayacak tutum benimsemek. Bunu nerden anlayacağım? Çok basit, ne zaman o uyumu bozsam bedenim hastalıklarla, duygu spektrumumdaki herhangi bir duygunun aşırı yaşanması veya belirgin bir şekilde bastırılması olarak kendini gösterir. Zihinsel boyutumda uyumsuzluk yaşadığımda düşüncelerimde takıntı meydana gelir. Bazı düşünceler istemsiz zihnime doluşabilir. Veya bazı düşünceleri üretmekte çok inatçı bulurum kendimi, istemediğim halde aynı şeylere takılmış bulurum kendimi. Bunlar bilge organizmamın bana “haaa sen ait olduğun bütünle uyumdan saptın, seni tekrar uyuma davet ediyorum” demesidir kendi lisanında.
Neyi seçmem gerekir? Benim rahatsızlığımı bana anlatan, beden-zihin ve duygularımda mesaj veren uyaranları ciddiye alarak, bu uyaranları ortadan kaldıracak davranış biçimleri seçmem, irademi o şekilde kullanmam gerekiyor. Bu bir seçimdir ve bunun bir takım sorumlulukları olacaktır.
Ait olacağımız bütün doğadır, evrendir, ait olacağımız bütün bir kurum olamaz, çünkü kurum da bir bütünün parçasıdır. Tehditi nerden algılıyorsam, bilincim orada konumlanmış demeketir. Örneğin amirim benden yarına bu sunumu hazırlamamı istiyor, bütünle uyum içinde olmak istiyorum, dolayısı ile yatıcam dersem amirime ters düşmüş olurum, bu da yıllık performansımı etkiler, bu da şirketti pozisyonumu olumsuz etkiler vs dersem ben tehtidi nerden alıyorum? Ait olmak, onaylanmak, kabul görmek. Henüz bilincim orada.
Bilincim nerede konumlanmışsa ben o bilinç düzeyinde ancak seyahat edebilirim. Bilinç düzeyleri ben merkezli, biz merkezli, hepimiz merkezli ve her şey merkezli olmak üzere bir sonraki bir öncekileri kapsayıp aşarak ilerler. Bilinç düzeyimin kapsayıp aşması için birçok kez tehdit algıladığım şeye uyum sağlayıp sonunda zarar görmem lazım ki nihayetinde benim için yol olmadığını anlayayım. Ne yazık ve doğaldır ki birçok kez kafamızı duvarlara çarpmadan bizim için en uygun olanı seçemiyoruz. Bu bir eksiklik, eleştiri değil. Gelişim böyle bir şey. Deneye yanıla, sancı çeke çeke, kavrula kavrula ilerlemek söz konusu.
Bu yol tek başına gidilecek bir yol, insan eşine, çocuğuna, ailesine vs “gel benim gelişimimde bana yardımcı ol” diyemez, kendi gelişimini paylaşabilir ama bu tek başına gidilebilecek bir yoldur.
Dinleyici sorusu: Seçimi acaba biz mi yapıyoruz? Bilinçdışı ve toplum epey belirleyici değil mi?
Toplum sosyal yazılımdır. Bilinçdışı da benim bilmediğimi bildiğim taraftır. Dolayısı ile elimdeki kaynaklarla seçim yapmam her zaman söz konusudur. Yani toplum var bilinçaltım var demek seçim yapıp sorumluluk almaktan kaçmanın bir göstergesidir. Her şeyi bilmem söz konusu değil tabii ki, ama elimde olanlarla seçim yapabilirim. Seçim yapa yapa bunun sonuçlarına katlana katlana sonunda ne tür seçimler yapabileceğimizi çok iyi öğreniyoruz. Korona da bize bunu sert öğreten çok yönlü bir uyaran. Neden sert öğretmekte? Çünkü diyor ki: sen şu anda hiçbir konuda seçim yapamazsın. Sen şu anda sadece anını yaşayabilirsin. Bir sonraki anda ne olacağını bilmiyorsun. Belki markette varım, belki evine gazete getiren kişi ile geleceğim, belki aldığın süt kartonu üstündeyim, belki de sokakta yürürken 1 dakika önce orada hapşıran insanın havada asılı kalan zerreciği ile geleceğim, bilemezsin. Fakat ne yapacağım? Şu anda ay acaba buradan mı oradan mı gelecek diye sürekli tehtid altında mı yaşayacağım anımı yoksa evet bu var, doğru ama ben şu anımı elimde olanlarla en iyi şekilde nasıl değerlendirebilirim? 1.kendim için ne yapabilirim? 2.yakın çevrem için ne yapabilirim?
3.eğer yapabiliyorsam daha geniş çevrem için ne yapabilirim. İnsan sadece alarak değil, vererek te çok mutlu olabilir. Birileri için bir şey yaparak, gönülden temas ederek. Korku, insanı büzüştürür. Kabulle bakmak, tevekkülle bakmak, olanı kapsayabileceğine inanmak…Neyle karşılaşabileceğimi kontrol edemem ama karşılaşacaklarıma nasıl bir anlam yükleyeceğime ben karar veririm. Bu şekilde yaklaşınca büzüşmem, tersine genleşirim. Kendimize yapabileceğimiz en önemli şey: İçinde bulunduğumuz anda mümkün olduğunca kalmaya çalışmak. Bu bugün altı boşaltılmış bir terim haline geldi. Anda kalmak demek varoluşumun boyutları yani bir insan olarak kaynaklarım ne? Bedenim, duygularım, zihnim ve tinsel varlığım. Bedenimde veri toplamak için hangi kaynaklarım var? 5 duyum var. Demek ki anda kalmanın tek bir açıklaması var, o da: 5 duyumla şu anda algıladığım veriler ve onlara atfedeceğim anlamlar ve bu anlam doğrultusunda deneyimleyeceğim duygular var. Veri toplama becerim 5 duyumla kısıtlıdır, o kadar. Şu anda gelecekle ilgili veri toplayamam, geçmişle ilgili veri de toplayamam, ancak geçmişte olanları anımsayabilirim. Ama şu anda korona virüsü ile ilgili işlevsel bir şey değil bu. Şu anda hasta mıyım, ateşim var mı? Yok. O zaman şu andaki veriye odaklanacağım. Veriyi topladım, bu veriye anlam atfetmem lazım, çünkü atfedeceğim anlam benim davranışımı yönlendirecek. Eğer ben korkmamı gerektiren herhangi bir anlam atfediyorsam davranışım kendimi korumaya yönelecek, eğer atfettiğim anlam anda gördüklerimi tanımlar nitelikte olursa, kaygılanmama gerek kalmaz. Çünkü sadece topladığım veriyi betimliyorumdur.
Dinleyici sorusu: Şu anda üzücü bir durumdaysam an’da kalmalı mıyım?
Kesinlikle! Çünkü yaşadığımız acı, kaygı, korku, öfke, çaresizlik ne olursa olsun, ancak onunla temas ettiğimizde bu duygular kıvam olarak azalır. Bu duyguların hiçbir tanesi dirsekle itilebilecek, görmezden gelinecek, halı altı edilecek olgular değildir. Biz onları ittiğimizi zannetsek bile onlar pusuda beklerler ve benzer duyguları yaşamaya bizi davet eden bir uyaranla karşılaştığımızda misli misli gelirler. Dolayısı ile onları kucaklamamız ve temas etmemiz lazım. Temas etmek nasıl olur? Tanımlamakla olur. Anda kalıp anda algılayabildiklerimi fark etmekle olur. Diyelim ki acı yaşıyorum, bedenimde acıyı neremde yaşıyorum? Buna eşlik eden duygular neler? Buna eşlik eden düşünceler neler? Eleştirmeden, kendimi yermeden, hiçbir düşündüğüme yanlı bakmadan, sadece tanımlamak ve betimlemekte kalırsam göreceksiniz ki belli bir süre sonra bu olumsuz duyguların şiddeti azalacak.
Dinleyici yorumu: Genelde ben demiştim “bak” demek zorunda kalıyorum, bu yüzden de hep tahmin etmeye devam etmek ve insanları uyarmak zorunda hissediyorum kendimi. İnsanların bir şeyi düşünebilecekken düşünmediğini hatta yapacağını benim de buna tanık olacağımı fark etmekten kendimi engelleyemiyorum…
Başkalarının ne yaptığı neden sizi rahatsız ediyor? Başkalarının ne yapıp yapmadığının size değen tarafı ne? Başkaları ne düşünürse düşünsün, neden onları düzeltmek gereğini hissediyorsunuz?
İleriyi düşünmek, tahmin etmek, kendinizin dışında insanların ne yapıp yapmadığına bakıp uyarmanın sizin için işlevi nedir? Bunun ucu bana nasıl dokunuyor? Bu olay ne şekilde benim aynam olabilir? Bana nasıl ayna tutuyor olabilir? Olaylar daima bizimle ilgilidir, başkaları ile ilgili değildir, başkalarına ilişkin görebildiklerimiz bizim kendi zeminimizle ilgilidir. Başkalarına ilişkin gördüğümüzü zannettiğimiz şeyler kendimizle ilgili gördüklerimizin başkaları nezdinde yansıtılmalarıdır. Yani senin yorgun olduğunu görüyorsam ben yorgunumdur ve sendeki yorgunluğu görüyorumdur.
Dinleyici sorusu: Biz evde otururken sokakta gezenlerin, yasaklara itibar etmeyenlerin sistemdeki yeri nedir?
Bir bütünün içerisinde gerginlikler olmalıdır. Bütün demek zıtlıklar demek, gerginlikler demek. Yani gece ancak gündüzle anlam kazanır, kısa ancak uzunla anlam kazanır, kış ancak yazla anlam kazanır. Kurallara harfiyen uyanlar kadar kurallara uymayanlar da olması lazım. Çünkü biz bir bütünüz, bu böyle.
Dinleyici sorusu: Sevdiklerimiz anda kalamıyor ancak biz anda kalabiliyorsak onlara nasıl yardımcı olabiliriz?
Şöyle, biz ancak kendimiz üzerinde etkin olabiliriz, başka kimse üzerinde sözel ve ikna olarak etkili olamayız. Bizler bir anlamda enerji kütleleriyiz. Eğer ben anda kalabiliyorsam ve anda kalarak sakin, huzurlu bir varoluş içinde olabiliyorsam ve beraber yaşadığım insanlar bunu henüz yapamıyorlarsa “bakın şunu deneyin, bunun yolu şudur, neden yapamıyorsunuz” demenin bir faydası olmaz. Bizler titreşiriz, titreşen varlıklarız. Yapabileceğimiz şu, o anlarda kendi içinde bulunduğumuz anı kucaklama titreşimini arttırabiliriz. Herhangi bir ortamda güçlü olan titreşim diğerlerini etkiler. Eğer kendi titreşimimiz o konuda güçlüyse aynı ortamda benzer konuda titreşimleri daha düşük olan insanlarınkini etkileyebiliriz. Yani sözel olarak etkilemeyi deneyimlemek yerine ya da denemek yerine onlara anlayışla, şefkatle, ihsanla yaklaşıp kendi içinde bulunduğumuz huzurlu ve sükunetli konumu pekiştirip derinleştirmeye çabalarsak bu eninde sonunda onları da etkileyecektir.
Dinleyici sorusu: Bu virüs solunum sistemime saldırıyor. Bana aynalığı nedir?
Gerçekçi olarak kendimize soralım, biz bireysel boyutta, bir takım grup boyutlarında ve küre boyutunda doğamıza ne yaptık? Kendi doğamıza ne yaptık?
Bir anlamda nefes aldırmadık. Kendimizi işlere boğduk, yapmamız gerekenlere boğduk. Nefes aldırmadık. Doğamızda hayvanları öldürdük, tahılların GDO’su ile oynadık, zevk almak için avlandık, petrol çıkarıp doğayı bozduk, küğresel ısınmaya sebep verecek şeyler yaptık, takmadık.
O kadar arsız olduk ki, ait olduğumuz doğadan farklılaştık, parçası olduğumuz doğayı unuttuk. Şimdi bu korona virüsü, minicik ama etkisi çok fazla. Hiçbir yerde ama her yerde. Sanki diyor ki siz beni boğdunuz, şimdi ben sizi boğuyorum. Siz beni hayvanlar, bitkiler, doğal kaynaklarım nezdinde hapsettiniz adeta, şimdi siz hapsolun! Siz kendinizi çok güçlü, yaşama hükmedebilecek güçte olduğunuz sanrısına kapıldınız, ama şimdi görüyorsunuz ki hiçbir şeye gücünüz yok. Titreyin ve kendinize gelin” der gibi ayna tutuyor.
O kadar bireyselleşmiştik ki şu anda öyle bir durumda bulduk ki kendimizi, kendimi bu virüsten korursam zaten çevremdekileri de korumuş oluyorum. Çevremdekileri korursam kendimi korumuş oluyorum. Birbirimize nasıl bağlı olduğumuzu hatırlatan doğası var.
Ben buna “bilge virüs” diyorum.
Dinleyici sorusu: Bu virüsün çocuklara daha az zarar vermesi tinsel boyutta arsız yetişkinlere mesaj vermeye çalışması mı?
Çocuklar yetişkinlere kıyasla doğa ile çok daha fazla uyumda olan mekanizmalardır, henüz yeterince uyumları bozulmamıştır. Eninde sonunda bozarız bu uyumu.
Dinleyici sorusu: Gün içinde duygu ve davranışlarımızın çok fazla değişikliğe uğraması normal midir?
Çok normaldir. Kendinize sevgi, şefkat ve ihtimamla yaklaşın. Çok olağanüstü bir durumdan geçmekteyiz. Tüm gün evdeyiz, kimimiz çocuklarımızla, eşiniz, anne ve abanızla aynı evdeyiz. Kendimize özel bir zaman ve mekan ayırmaya ihtiyacımız var. Bugünlerde bunu yapmakta biraz zorlanıyor olabilirsiniz. Dolayısı ile duygu durumunuzun değişmesi çok normal.
Dinleyici sorusu: Covid-19 uzun vadede sosyalleşmeyi etkileyecek mi yoksa daha olumlu mu etkileyecek?
Biz insanların nesne peşinde olduğunu düşünüyorum, biz sosyal yaratıklarız, bizim kendimizi anlamamız için insanlarla ilişki içerisinde olmamız gerekiyor. Belki sosyalleşmenin şekli değişecektir, ama fikrim sosyalleşme ihtiyacımız hiçbir zaman değişmeyecek.
Dinleyici sorusu: Bu dönemde kişi aidiyet ve değer duygusunu yitirdiğini düşündüğü an ne yapması gerekiyor?
Bizler ilk aidiyet deneyimini ailemizle yaşarız. Ailemizden dışarı çıktığımızda arkadaşlarımız da bu aidiyet çerçevesine eklenirler. Daha sonra sevgililerimiz olur, yetişkin arkadaşlarımız, iş arkadaşlarımız olur, futbol takımı tutarız, felsefi bir topluluğa aidiyet hissederiz vs. Aidiyet hissettiğimiz çevreler yetişkin hayatımızda giderek artar. Önemli olan ait hissetmek ama nereye ait hissettiğimiz açısından söylenecek birkaç laf var.
Aidiyetimiz insanlara, topluluklara, kurumlara, dini inançlara, veya bir takım zihnimizle kurguladığımız olgulara olabilir. Bunların ne olduğu çok önemli değil, önemli olan ait olduğumuz kişi ya da topluluklar bizim kendimizi tanımladığımız zeminler olur. Olgunlaşmak bütünleşmek, özdeşleştiğim yani kendimi ait hissettiğim her şeyden farklılaşmayı, ayrışmayı, bırakabilmeyi gerektirir. Bu ayrışmak buluşmamak üzere terk et demek değil, aidiyet hissi, insan olgunlaştıkça fiziksel aidiyet olmaktan soyut anlamda bir olgu olmaya gider. Dolayısı ile bu korona aslında aidiyet bağlamında şu dersi vermeye çalışıyor: Senin ait hissettiğin o kişiler veya yerler var ya, ben seni şimdi fors majör onlardan koparttım. Şimdi sen alıştığın şekilde aidiyet yaşamadan da varlığını sürdürmenin bir formülünü bulmakla yükümlüsün. Daha felsefi bir açıklama yapacak olursak belki biraz soyut kaçacak ama özdeşleştiğin her şeyin içine öldüğün zaman gerçekten özgür olursun. Özgürlük insanın evinin ait hissettiği yerin kendi gönlü, kendi kalbi, kendi içi olduğu zaman gerçekleşebiliyor. Benim varoluşum, dışarıda insanlar veya kurumlar veya gruplara aidiyete bağımlı kalırsa o zaman mutsuzluğa bilet almış olurum. Bunu yalnız olun, kendinizi tecrit edin anlamında söylemiyorum, sadece ait hissettiğim kişiler ya da yerler her zaman olacak ama o aidiyetimin derecesi önemli. Onlarsız da yapabilirim, illa onlarla kendimi tanımlamak durumunda değilim.
Taoizme bakacak olursak orada der ki: Gerçek annen toprak, gerçek baban da göktür.
Yani hayatımızda annemiz ve babamız var, veya vardılar, yaşamımız boyunca birçok anne ve baba türevleriyle birlikte oluruz, ama bir gün gelmeli dışarıda anne ve babalar aramayı bırakıp aslında bir parçası olduğum kürenin bana sağladığı hava ve toprağın aslında beni destekleyen temel 2 güç olduğunu hissettiğim zaman aidiyet hissimin gelişebileceği en üst noktasına taşımış oluyorum.
Dinleyici sorusu: Çocukların doğa ile uyumunu bozmamak adına model olmaktan başka yapabileceğimiz ne var?
Samimi ve gerçek olun. Çocuklara yalan söylemeyin, çocuklar anlamaz demeyin. Otantik olun. Çocukların kapsayıcılığı yetişkinlerden daha derin.
Dinleyici sorusu: Bireysellik artacak mı azalacak mı?
Aslında ne kadar birlikte ne kadar ayrı, insan olmanın kaçınılmaz gerginliğidir. Bunun bir kez bulunup hayat boyu orada kamp kurulabilinecek bir noktası yoktur. Bu aynı döviz kuru gibi, aynı güncellenen telefonlar, tabletler gibi, içinde bulunduğumuz duruma göre ayar verilmesi gereken bir olgudur.
Dinleyici sorusu: Bedensel olarak hastalanırsak bunu nasıl ele almalıyız?
Almamız gereken dersleri almak için umarım maddede tezahür etmez, virüs ya da başka bir hastalıkta önce teşekkür etmek lazım, savaşmamak lazım, çünkü neyin bekçiliğine soyunursak orada bir savaş ilan etmiş oluruz. Savaşın bir kazananı bir de kaybedeni olur. Halbuki amaç savaşmak değil, hayat gerginlikleri barındırma öğretisidir. Virüs etkilediği insanlar nezdinde bireysel düzeyde ama bir anlamda da küresel düzeyde tevekkülü öğretiyor, kapsamayı öğretiyor. Mesele savaş değil, mesele barındırdığın mesaj nedir onu anlamaya niyet ediyorum, bu mesajı anlamak için seninle temas etmem lazım. Temas etmek nedir? Tanımlamak, betimlemek, kendime eğilmek, kendimi dövmemek. Bunu virüsle öğrenmek durumunda kalmak çok zor bir sınav…Umarım maddede bu kadar çabalamadan manada öğrenmemiz gerekenleri öğrenebiliriz.
Dinleyici sorusu: Globalleşme yerini yerelleşmeye bırakacak mı? Daha içe dönük topluluklar mı olacağız?
Bütün parçalara ayrıldı, parçalar birbirleri ile ilişkili olduklarını unuttular. Bu virüs parçaları parça parça halinde evlerine tıktı. Ve parçalar sınırlarını yeniden tanımlıyorlar ki yeniden bir araya geldiklerinde tam bir fit olsunlar. Puzzle şekilleri yeniden yapılandırılmakta.
Dinleyici sorusu: İş yaşamı bizi hayatta kalmaya zorluyor, bu kaos içinde olan biteni anlayabilmek için nasıl zaman yaratabilirim?
Niyet! İnsan bir şeye gerçekten niyet ederse, zaman o niyet ettiği şeyi yapması için adeta peşinden koşar gibi oluyor, insan zamanın peşinden koşar gibi değil…
Dinleyici sorusu: Boş olmamalısın, sürekli meşguliyet halinde olmalısın gibi bir sosyal yazılımımız var, fakat bunun uzun sürede olumsuz etkileri olacağı konusunda endişelerim var. Sizin fikriniz nedir?
İnsan akıllı telefon gibidir, prize koyarız, şarj olurlar, bir süre kullanırız. İnsanlar da şarj olmalı, şarj olmak sadece fiziksel boyutta anlaşılıyor. Sanki sadece uyuyunca şarj oluyoruz. Evet ama o fiziksel boyuta ait. Bir de duygusal boyutumuz var, zihinsel boyutumuz var, tinsel boyutumuz var, bunları da beslemekle yükümlüyüz. Duygusal boyutta bizi duygusal olarak besleyecek şeyler bulmak durumundayız. İnsanlar bunu illa aşk, sevgili olarak algılıyorlar, öyle değil. İnsan bir hayvanı severek te, güzel bir müzik dinleyerek te, birilerine yardımcı olarak ta duygusal olarak beslenebilir.
Zihnimizi de beslemeliyiz. Zihni beslemek çalışmak anlamına gelmiyor. Zihni beslemek hoşlandığınız şeyleri okumak, bir şeyleri seyretmek, düşünmek, yazmak, çizmek…
Bir de maneviyatımızı beslemek durumundayız. Bu da kişiye özel bir şey. Dua edebiliriz, ibadetlerimiz olabilir, inançlarımızı besleriz. Tüm bunları yapmak için kendimize zaman ayırmak durumundayız. Aborjinlerin dediği gibi: Biz bir yerlere koşuyoruz ama ruhlarımız arkadan geliyor, oturup ruhlarımızı beklemek durumundayız.
Dinleyici sorusu: Bu süreçte ölenler bu sınavı verememiş demek midir? Ölen doktorları, gençleri nasıl yorumlamak gerekir?
Kesinlikle hayır. Ben küçükken çok belgesel seyrederdim. Buffalolar göç zamanında hep aynı nehirden geçiyorlar ve o nehirden geçerken bazı Buffalolar timsahlar tarafından yeniyor. Bu Buffalolar niye her sene o nehirden geçerler diye kendime sorardım. Sonra anladım ki doğa açısından A Buffalosunun veya B Buffalosunun hayatta kalmasının hiçbir önemi yok. Buffalo türünün hayatta kalmasının önemi var.
Biz hiçbir şeyiz. Ben Nita olarak hiçbir şeyim. Ben bugün ölürsem dünya aynen devam eder, hiçbir şey değişmez. Bugün baktığımız zaman farklı bir şeyler görebiliriz. Bugün yaşadığımız zorluk, bugün kaybettiğimiz insanlar, belki yarın için çok daa farklı anlayışlara ve varoluş şekillerine evrilmek doğrultusunda “şehit olmuş insanlar” diyebiliriz, onların varoluşları bu amaca hizmet etti diyebiliriz.
Dinleyici sorusu: Korona sonrası hiçbir şeyin değişmeyeceğini düşünüyorum, çok mu kötümserim?
Bir çubuğun 2 ucu var. Ben bu uyarana ne anlam atfedersem bundan sonra ne yaşayacağımı bu uyarana atfedeceğim anlam belirleyecek. Ben sadece olumsuz ucunu görüp olumlu ucunu yadsırsam hayatıma atfettiğim anlam da bu olumsuzluğa kendimi odaklamam doğrultusunda çizilecektir. Bu bir seçim. Mademki bu seçimi yapıyorsun onun sorumluluğuna katlanacaksın. Olay bu.
Her şey iyi olacak, öyle bir şey yok. Ama olumlu gelişmeler de olacak olumsuz gelişmeler de olacak. Önemli olan bunlara rağmen hayatın anlamlandırmaya devam ettirmek, bunlara rağmen var olduğumuz sürece varoluşumuzu kendimiz için anlamlı ve işlevsel bir şekilde yönetebilmek.
Dinleyici sorusu: Durmaya müsaade yok adeta. Durduğumuz zaman nasıl durulacağını bilmiyoruz gibi. Ben durmak istesem çevrem akıyor, bu duruma nasıl yaklaşmalıyız?
Durmak ölümün bir temsilidir. Çünkü ölüm ne olduğunu bilmediğimiz için bilinmezdir. Durduğumuz zaman ölümün bir temsilidir. Felsefi olarak durmamak ölümü kapsayamamk ile eşdeğer tanımlanır. Durmak için illa fiziksel olarak durmak gerekmiyor ama yavaşlayarak başlayabilir, gündelik temposundan bir şeyler eksilterek başlatabilir ama durmayı bilmek gerçekten önemli bir şey.
Dış sesleri kıstığımız zaman iç sesleri daha çok duyabiliriz. Birçok insan bana der ki “valla ben bu işten/sevgiliden hiç memnun değilim ama yeni bir iş/sevgili bulana kadar bunu bırakasım yok” Bu da böyle bir şey. Hareketliliğimi bırakamıyorum, durunca ne olacağımı bilmiyorum.
Aslında durursan içeride dışardakinden çok daha büyük bir devinim var ama o devinimi duyabilmek için dışardakileri bırakabilmek lazım. Dışardaki kalabalıktan çekildiğim anda o geçişe tahammül etmem lazım, o bilinmez kısa geçiş, onu yaşamak için cesarete ihtiyacım var ve tek başınalığı kaldırabilme gücüm olması lazım ki o dış seslerden iç seslere geçebileyim, ama iç seslere geçtiğimiz zaman da onun zevkinden geçilmiyor. O zaman dışarıda ne olup olmadığı ile ilgili pek ilgilenesimiz gelmeyecek zaten.
Dinleyici sorusu: Sizce evrene acı çektirenler ile çektirmeyen ve fayda sağlamaya çalışanlar arasında ayırt etmeden herkesin bu durumdan etkilenmesi sizce adaletsizlik olmadı mı?
Biz bilemeyiz evrene ne acı çektirip çektirmediğimizi…Bu soruda ne var? İnsanın kendisine önem atfetmesi var. Ben diğerlerinden farklıyım, ben özelim var. Öyle bir şey yok. Biz de Buffalo’lardan farklı değiliz. Kendimize o kadar önem atfetmeyelim, hiç birimiz olmazsak olmaz değiliz, yani ben merkezli bir yerden geliyor bu soru. Ben şunu yapmıştım, ben bunu hak etmiyorum. Böyle bir şey yok. Bir kere hak diye bir şey yok. Doğada hak var mı? Haklı ağaç, haksız ağaç var mı? hak bir kurgu. Böyle bir şey yok. Zihinsel alandaki üretimlerden uzak durmalıyız.
Dinleyici sorusu: Bu süreçte okumamızı tavsiye edeceğiniz kitaplar var mı?
Eckhart Tolle- Şimdinin Gücü
Dinleyici sorusu: İnsanlığı robotlaştırmak adına adımlar atılıyor. Bu robotik hayat kaçınılmaz mı yoksa bu gidişe dur demek elimizde mi?
Tranforme olmak demek daha önceden gidilmemiş yollarda gidebilmek demek. Bugün robotlaşma olacak, birgün gelecek bu robotlaşma da miyadını dolduracak, yerine başka şeyler gelecek. Sürekli yeni şeyler çıkacak. Aynısının devamını isteyemeyiz.